8 Şubat 2012 Çarşamba

Genel Kurula Davet Çağrısı


MÜLKİYELİLER BİRLİĞİ GENEL KURULUNA DAVET



Mülkiyeliler Birliği yönetimine hem sade bir aidiyet duygusuyla hem de toplumsal bir sorumluluk çerçevesinde talibiz… Toplum vicdanını, toplum hayatını ve adalet duygusunu yaralayan meselelerle ilişkili karşı-duruş üretebilecek bir mecra olarak talibiz…
Mülkiyeliler Birliğine ve Türkiye’ye karşı sorumluluk hisseden tüm üyelerimizi, bu anlayış doğrultusunda bir Mülkiyeliler Birliği için, Genel Başkan Adayımız Sevilay Çelenk’i ve gençliğin dinamizmi ile geçmişin birikim ve deneyimini taşıyan yönetim kadrosunu desteklemek üzere Mart 2012’de yapılacak Genel Kurula çağırıyoruz.


Türkiye’nin en önemli eğitim kurumlarından biri olan Siyasal Bilgiler Fakültesi, değişime, yeniliğe ve mücadeleye yatkın akademik kadroları ve öğrenci gençliğiyle Mülkiyeliler Birliği örgütlenmesinin en önemli bileşenlerinden biridir. Öte yandan akademiyle ve öğrenci gençlikle “mesafeli” olagelmiş devlet kurumlarında ya da özel sektörün çeşitli kademelerinde görev alan çok sayıda değerli Mülkiyeli vardır. Mülkiyeliler Birliğinin sorumluluklarını yerine getirirken bu bilgiyi dikkate alması ve zaafa dönüştürmeksizin bu bileşimden beslenme yollarını bulması gerekiyor. Mülkiyeliler Birliği bu niteliğiyle, gerek diğer mezun birlikleri ya da meslek örgütlerinden, gerekse diğer demokratik kitle örgütlerinden farklı bir dayanışma mecrasıdır. Birliğimiz; bütçe desteği aldığı kaynakların sınırlarını aşmakta zorlanan, proje temelli ve yönlendirilmeye açık yapılanmalardan da farklıdır. Demokratikleşmenin, bizzat toplumun içinden gelişen mücadelelerle gerçekleşeceğini savunur.

Tarihimizde, düşünsel, kültürel ve politik mücadele birikimine dikkate değer bir katkı sunduğumuz “anlar” hep vardır. Mülkiyeliler Birliğinin, üyelerine ve topluma karşı sorumluluğu, bu “anların” çoğaltılmasını; emekten, özgürlüklerden, toplumsal barıştan, adaletten, insanca ve hakça yaşamdan yana demokrasi güçlerine, yeniden ve kararlılıkla dâhil olunmasını gerektiriyor. Mülkiyeli gençliğin baskı ve yıldırma politikalarıyla olduğu kadar, “cemaat örgütlenmeleri” gibi istismar yapıları ile mücadelede desteklenmesinin yolu da buradan geçiyor.

Türkiye’de, düşünce ve ifade özgürlüğünün gasp edildiği, ekonomik, sosyal ve siyasal haklar alanının kaygı verici ölçülerde daraltıldığı, medya, sendikalar, demokratik kitle örgütleri ve üniversiteler üzerindeki baskının giderek ağırlaştığı bir dönem yaşanıyor. Amacı, “askeri vesayet sistemine ve derin örgütlenmelere son vermek” olarak tanımlanan operasyonlarda, kilit isimler ve en yaygın biçimde işaretlenen suç odakları teğet geçiliyor; organize suçlar münferitleştirilirken, “parasız eğitime hayır” diyen öğrenciler, bir gecede“icat edilmiş” örgütlerin üyesi olmak suçuyla ve onlarca yıl hapis cezası istemiyle yargılanıyor. Devletin en yetkili ağızları üniversite kürsülerini, kültür sanat çevrelerini ve üretimlerini terörün kaynağı olarak –sorumsuzca- işaret ediyor ve hedef haline getiriyor. Devlet, medyanın da etkin ittifakıyla, Kürt sorununun çözümünde “şiddet”i tek seçenek olarak sunuyor ve Türkiye “barış” ihtimalinden her geçen gün daha da uzaklaşıyor. “Büyüyen” ve kişi başına milli geliri dikkate değer biçimde artmış görünen Türkiye’de, her nasılsa, halkımız giderek yoksullaşıyor, yoksulluk süreğenleşen ve kuşaktan kuşağa aktarılan bir nitelik kazanıyor.

Öte yandan, feminist aktivistler ve kadın örgütleri dışındaki demokratik kitle örgütlerinin gündemlerinde fazla yer bulamayan kadına yönelik şiddet ve “kadın katli” -son beş yılda yüzde bin dört yüz gibi- dehşete düşürecek oranlarda artıyor. Evi, sokağı, işyerini kadınlar bakımından dehşet mekânlarına dönüştüren “eril saldırganlıktaki” bu artışı, sosyolojik bağlamına yerleştiren; savaşla, militarizmle, yükselen milliyetçilikle, erkek ve kadın işsizliğiyle ilişkilendiren toplumsal analizler yeterince yapılamıyor ve doğal olarak çözüm geliştirilemiyor. Kadınlar öldükleriyle, kimsesizleştikleriyle ya da yoksullaştıklarıyla kalıyor ve çok isabetle söylendiği gibi “kıyamet filan kopmuyor”.

Bütün bu gelişmelerin yaşandığı bir dönemde, Mülkiyeliler Birliği gibi, entelektüel ve moral ağırlığa sahip örgütlenmelerin sorumluluklarını hatırlamaları ve harekete geçmeleri zorunludur. Mülkiye topluluğunun, yıpratıcı bir iç çekişmeye kilitlenmiş, içine kapanmış ve toplum hayatına müdahil olma sorumluluğunu önemli ölçüde göz ardı etmiş “sözsüz” bir topluluk olma lüksü yoktur. Bu sorunların hiçbiri yeni bir Genel Kurul için gün sayan Mülkiyeliler Birliğinin menzili dışındaki sorunlar değildir. Mülkiye, Türkiye’den Sorumludur! Ne var ki, bu sorumluluğun yeniden tarif edilmesi, şoven ve içeriksiz bir bağlılık anlayışından kurtarılarak yeni bir ufuk çizgisine işaret eden bir anlamla donatılması da gerekiyor. Mülkiye, Türkiye’den, demokratik katılım temelinde örgütlenmiş bir toplum hayatının vazgeçilmez unsurları arasındaki dayanışma platformlarından biri olarak sorumludur.

Mülkiye topluluğu Mülkiyeliler Birliğini bu sorumluluklar çerçevesinde önemsediği kadar, aynı sıralardan, aynı sınavlardan geçmiş ve bugün de aynı kurumlarda hayat mücadelesini sürdüren insanların sade aidiyet duygusuyla da önemseyen bir topluluktur. Mülkiyeliler Birliğini kafe, restoran, bahçe, teras gibi mekânlarındaki aşina yüzlerle ve sosyalleşme ihtiyacının karşılanmasıyla ilişkili olarak önemseyen üyelerin huzur, sükûnet ve samimiyet talepleri ayrıca önemlidir. Birlik çatısı altında süregiden olumsuz tartışmanın bu aidiyet duygusunu zedelediği ve üyeleri uzaklaştıran bir etki yarattığı açıktır. Konur Sokak’taki Mülkiye Lokali sadece Mülkiyelilerin değil, bir biçimde yolu Ankara’dan geçmiş sayısız yurttaşın, Ankara’ya “kent” kimliği kazandıran mekânlardan biri olarak bildiği, bağlandığı ve özlediği bir mekândır. Mülkiyeliler Birliği bu anlamda da korunup gözetilmesi, mezun ve öğrencilerimizin yanı sıra, dostlarımızın sosyal, kültürel ve siyasal üretimlerine katkı sunacak biçimde geliştirilerek geleceğe taşınması gereken çok özel bir yerdir ve hep öyle olacaktır. Mülkiyeliler Birliği yönetimine hem sade bir aidiyet duygusuyla hem de toplumsal bir sorumluluk çerçevesinde talibiz… Katılımcı, iletişime açık ve saydam bir yönetim anlayışıyla, düşünsel, politik, kültürel mirasımıza ve toplumsal sorumluluklarımıza sahip çıkacağız. Desteğinizi ve Mart 2012’deki Genel Kurul’a katılımınızı bekliyoruz.


GELENEKTEN GELECEĞE MÜLKİYE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Geleceğe bir adım daha atıldı. Teşekkürler!